Hayatta kısa hikayelerden ibaret değil mi? Aslında hepimiz bir hikayenin içindeyiz. Belki kimi hikayelerde böyle yazılmıyor mu? En güzel hikayeleri bulabileceğiniz bir yer burası. Hatalarımız ve sevinçlerimizi harmanlayıp size kısa hikayeler yazıyoruz…
Papatya; Anlamlı Kısa Hikayeler
Bölüm 1
Sabah işe giderken her zaman ki gibi Neriman teyze ile karşılaştım. Elinde bir buket papatya yürüyüşten geliyordu. İstinasız her sabah yaptığı rutin bir şeydi. Torunu yaşında olmama rağmen onun kadar enerjiye sahip olamadım. Bazen “ah teyzeciğim ne işin var her sabah yürüyüşte. Allah korusun düşersin bir yerde” dediğimde, “beni ayakta tutan bu yürüyüşler yavrum” der ve gülümserdi. Bazen de sessizce uzaktan izler onunla ilgili varsayımlarda bulunurdum.
…
Oğlum Ali orman yürüyüşlerini çok severdi. Bu yüzden her pazar hazırlığımızı yapar, kahvaltı için ormana giderdik. Ali, o zamanlar 5 yaşındaydı. Keşif yapmayı ve soru sormayı çok severdi. Babası ile beraber bu durumdan çok hoşlanır ve sıkılmadan sorularına cevap verirdik. Her orman yürüyüşü sonunda topladığı çiçekleri bana verir ve evde suya koymamı isterdi. Hafta içi kahvaltılarımızda o çiçekler masa da durur ve bir önceki pazar keşfini konuşurduk. Çünkü o çiçekler Ali’ye ve bize, onları toplarken yaşadığımız güzel anıları hatırlatıyordu. Her pazar, o vazoda ki çiçek değişirdi. Belki de bilmeden anılarımızı canlı tutmak için yaptığımız bir şeydi.
…
Yalnız yaşıyordu Neriman teyze, acaba kimsesi yok muydu? Çalıştığım için gündüzleri ne yapar bilmiyordum. Sadece pazarları kahvaltıyı balkonda yaparken izlerdim onu. Karşı binada oturuyordu. En çok sevdiği şey çiçeklerdi herhalde. Çünkü balkonu cennetten alınmış bir bahçe gibiydi. Düzenli ve bakımlı bir bahçe. Tıpkı kendi gibi. Geçen yaşına rağmen dimdik duruşu ve bir genç kız gibi bakımlı olması, onu daha çok merak etmeme sebep oluyordu. Akşam yatmadan önce karar verdim, sabah Neriman teyzeye pazar günü müsait ise kahve içmeye gelmek istediğimi söyleyecektim.
Onu yakından tanımak istiyordum. Yine şaşmadı sabah 8.25 ve Neriman teyze elinde küçük bir demet papatya ile yürüyüşten geliyordu. Selamlaştık ve kendine kahve içmeye gelmek istediğimi söyledim. Önce düşündü sonra tamam yavrum dedi. Acaba bir işi mi vardı, birden durup düşündü diye “Neriman teyze işin varsa başka bir zamana erteleyebiliriz” dedim. Gülümsedi “hayır yavrum, senin gibi bir gencin benim gibi yaşlı biri ile kahve içmek istemesine pek alışık değilim. Ondan bir an duraksadım”. Vedalaştık ve herkes yoluna koyuldu. İşe giderken derin bir üzüntü ile karışık düşüncelere daldım. Birinin gelmesine şaşıracak kadar yalnız olmalıydı.
Pazar sabahı erkenden kalktım. Tek becerebildiğim şey olan limonlu kek yaptım. Annemden öyle öğrenmiştim. Birine ziyarete giderken elin boş olamamalıydı. Ah anneciğim, keşke yanımda olabilseydin de kızının nasıl güzel bir kek yaptığını görebilseydin. Sanki bir bayram sabahı ve ben bir büyüğüme bayram ziyaretine gidiyorum. Ya da sevgiliye. O kadar heyecanlı ve bir o kadar özenli hazırlanıştı. Annemi kaybettikten sonra ilk kez böyle bir şey yapıyordum. Çünkü ziyaretler ve hazırlıklar annemi hatırlatırdı.
…
Annem bir İstanbul hanımefendisi idi. Kibar, bakımlı ve şık bir bayandı. Kendisine gösterdiği özeni herkese gösterirdi. Duruşunda zarafet vardı. Çocukken ona hayranlıkla bakardım. Davet ya da ziyaret öncesi hazırlıkları, onu bekleyen ya da gelecek olan kişilere gösterdiği özeni görürdüm. İnce düşünceli, nazik bir hanımefendi idi. Belki de Neriman teyzeye olan merakım anneme olan benzerliğiydi. Yaşasaydı onun gibi mi olurdu?
…
Zile bastım ve kapıda bir süre bekledim. Yaşından ötürü hareketleri bizler gibi hızlı değildi. Kapıyı geç açtı. Kapıda bekletmenin mahcubiyetiyle “kusura bakma kızım beklettim, lütfen içeri gir” dedi. O kadar kibar ve nazikti ki. Karşısında istemeden kabalık veya düşüncesizlik yapmaktan tedirgin olmuştum. Elimde ki limonlu keki kendisine uzattım ve “annemin tarifi ile yaptım, inşallah beğenirsiniz” dedim. “Anne tarifi ise mutlaka güzel olmuştur” dedikten sonra evin salonunu işaret ederek ilerlememi istedi. Evi o kadar sade ve mütevazı bir şekilde döşenmişti ki, gözlerimi alamadım. Mutlaka bir profesyonel yardımı ile döşenmiş olmalıydı. Oturur oturmaz sordum.
-Eviniz gerçekten zevkli döşenmiş. Kullanılan eşya ve yerleşim bir profesyonelin eli değdiğini gösteriyor.
-Hayır, yavrum rahmetli eşim ile beraber döşemiştik. Uzun zamandır da eşyaların yerleri değiştirmedim.
Bunları söylerken eşyalara tek tek baktı. Sanki ilk alıp getirdiği ve eşiyle yerleştirdikleri günleri hatırlar gibi yüzünde, üzüntü ile karışık bir tebessüm oluştu. Ve devam etti.
-Eşim ile beraber gezmeyi çok severdik. Gezmediğimiz il kalmadı sanırım. Birbirimizle vakit geçirmekten o kadar çok zevk alırdık ki, bu zevke şahit olan şeyleri alır getirirdik evimize. İlla para ile alınabilecek şeyler değil. Bir deniz kabuğu, bir kuru dal veya bir çakıl taşı. Sonrasında baktığımızda hep o anıları hatırlar, tekrar o hisseleri yaşardık. Şimdi ise bu duyguları yalnız yaşıyorum. Hoş iyi ki de böyle bir şey yapmışız. Onun da dokunduğu şeylere dokunmak, bazen fotoğrafına bakmaktan daha sıcak geliyor.
…
Ali’den sonra hiçbir eşyaya anlam yüklemedim. Anı biriktirmedim. En son O’nunla yaşadığım kötü anıyı hatırlamamak için, hatırlatan her şeyden vazgeçtim. Eşim Arif’ten bile… Çünkü O’nun kullandığı araba ile yapmış olduğumuz trafik kazasında hem annem hem oğlum Ali ölmüştü. Sonrasında kendime gelemedim. Sayısız aldığım terapi ve kullandığım ilaçlar o günü unutturmaya yetmemişti. Sürekli annemin ve Ali’nin ölmesine O’nun sebep olduğunu söylüyordum. Huzursuz ve hep kavga dolu günler yaşadık. Arif biliyordu, benim hayatımda olduğu sürece bu suçlamadan kurtulamayacaktı. Ve yine biliyordu, benim bunu atlatabilmem için hayatımdan çıkması gerektiğini. Ali’nin ölümünden 7 ay sonra ayrıldık. Halen O’da bekâr bende.
…
Anlattıklarında hayatıma benzer noktalar vardı. Uzaklara daldığımı fark etmiş olmalı ki “anılar güzeldir yavrum” dedi ve ayağı kalktı “kahveni nasıl içersin yavrum” dedi. Anlattıkları bir masal dinler gibi dinlemiştim. Daha fazlasını dinlemek istiyordum. Uzun bir sohbet için kahve tercihi yanlış olacaktı.
-Neriman teyze eğer vaktin varsa kahveyi sonra içelim. İstersen çay demleyelim. Kek ile güzel gider, dedim.
Eski toprak, anlamış olmalıydı onunla sohbet etmek istediğimi. Kabul eder gibi başını salladı ve beraber mutfağa doğru ilerledik. Salon kadar mutfağa da hayran kalmıştım. Çok temiz ve düzenliydi. Beraber çayı demlerken sohbete devam ettik. Daha doğrusu ben merak ettiklerimi sormaya başlamıştım. Sohbetin başında eşinden rahmetli diye bahsetmişti. Çocuğunun olup olmadığını sordum. Gözleri doldu ve sandalyeye oturdu. Anlatmaya başladı, halen canlı olan anılarını.
-Benimde bir oğlum vardı. Adı Mustafa’ydı. Tek çocuğumuzdu. Oğlun Ali gibi meraklıydı. Eşim öğretmen olduğundan Türkiye’de gitmediğimiz şehir kalmamıştı. Meraklı Mustafa için bulunmaz bir şeydi. Yeni insanlar, yeni mekânlar. Mustafa büyüdü, okudu ve arkeolog oldu. Üniversiteden kendi gibi arkeolog olan biri kız ile evlendi. Çok güzel bir aile olmuşlardı. Gezmeyi seviyorlar, keşif yaptıkça daha çok mutlu oluyorlardı. Mutlulukları bir bebekle taçlanmıştı. Onun adı Ali’ydi. Birden gözlerim büyüdü, nefes alamadım. Neriman teyze panikledi. Bir bardak su verdi. Anlam veremedi tabi. Bilmiyordu oğlum Ali’nin adını duyduğumda yüreğimin göğüs kafesime dar geldiğini. Bir yudum su içtim. Neriman teyze elimden tutuyordu. Göz göze geldik. Bana ne olduğunu merak ediyordu. Anlatmalıydım ama nasıl anlatacaktım, unutmak için her şeyden vazgeçtiğim o anıları. DEVAMI haftaya…
Papatya Kısa Hikayeler Devamı Okumak için linkte…